Masal

Keloğlan ve Sihirli Pınar

Keloğlan, sihirli pınar için akılla, sabırla yolundaki engelleri aşar sonunda.

Yazar
7-12 yaş
8 dk
6:30 dk
Dağların arasında parıldayan sihirli pınar başında bakır tasıyla Keloğlan

Sesli Dinle

Hikayeyi sesli olarak dinleyebilirsiniz

Hikayeyi Oku

Hikayenin tam metni

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; deve berber iken, pire berber iken; Keloğlan’la anası bir köyde yaşarmış. Bu köyün pınarları bir bir kurumuş, çeşmelerin gözü susuz kalmış. Bu yüzden buğdaylar boy vermez, çocukların gülüşleri bile yorgun düşermiş. Köyün beyi “Kim suyu getirirse hediyem büyük,” demiş, ama kimse kımıldamamış. Çünkü suyun kaybolduğu yerin ardında “Yansı Kanyonu” denen uğursuz bir geçit, geçidin ötesinde de “Sır Dağı” varmış.

Keloğlan anasının tenceresindeki son bulgur pilavını kaşıklarken içi burkulmuş.
“Anacığım,” demiş, “ben suyu bulacağım.”
Anası yüzüne bakmış: “Oğul, suyu bulmak kolay değil. Her işte akıl gerek, sabır gerek.”
Keloğlan gülmüş: “Benim saçım yok, ama aklım çok!”

Gece düşünde ak sakallı bir derviş görmüş. Derviş demiş ki: “Suyu üç kilit bağlamış. İlki Paylaşma Kilidi. İkincisi Bilmece Kilidi. Üçüncüsü Dönüp Bakmama Kilidi. Yanına şu üç emaneti al: bir söğüt dalı, bir bakır tas, bir de suskun taş. Söğüt sabrı, tas paylaşmayı, taş da diline sahip olmayı hatırlatır.” Keloğlan uyandığında başucunda dalı, tası, taşı buluvermiş.

Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş; bir de dönüp ardına bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmiş! Yine de yılmamış. Yansı Kanyonu’na vardığında, kanyonun dudakları gibi kapkara iki kaya arasında su yerine rüzgâr inleyip duruyormuş. Geçidin girişinde bir yazı:
“Suyu arayan, önce susuzunu doyursun.”

Ak sakallı dervişin sözünü anımsayan Keloğlan, kanyonda karşılaştığı yaşlı bir yolcuya bakır tasıyla suyundan ikram etmiş: “Buyur, su iç aziz amca.” Yolcu içmiş, yüzü aydınlanmış ve demiş ki: “Bir bardak su, bir dağ kapısı açar.” Kanyonun kayaları içten içe titremiş, aradan zar gibi bir yol belirmiş. Keloğlan birinci kilidi, yani Paylaşma Kilidini gönlüyle açmış.

Kanyonun öte yanında, toprağın göğsünü yarar gibi uzanan bir düzlük varmış. Ortasında tek gözlü, tek kulaklı tuhaf bir bekçi: Ne sağa bakar, ne sola. Bekçi mırıldanmış:
“Suya varmak istersen bilmecemi çöz:
‘Kendini doldurunca hafifler, boşalınca ağırlaşır; elden ele dolaşır, gönülleri taşır.’”

Keloğlan düşünmüş taşınmış. Söğüt dalını avuçlamış, suskun taşına bakmış, bakır tası elinde tutmuş. Sonra gülmüş: “Buldum! Cevap türkü. İnsan türkü söyleyince içi hafifler; türkü elden ele dolaşır, gönülleri taşır.”
Bekçi kahkahayı basmış, tek kulağıyla alkışlamış: “Aferin sana kel oğlan! Bilmecemi bildin, geç.” Böylece Bilmece Kilidi de açılmış.

Yol uzadıkça uzamış. Keloğlan Sır Dağı’nın eteklerine varmış. Dağın bağrında, iğne deliği gibi bir kapı, kapının üstünde altın yaldızlı yazı:
“Bu kapıdan giren, suyun sesini duyar; ama geri dönerken ardına bakarsa, su susar.”

Keloğlan, “Gelenek böyledir,” demiş kendi kendine. “Söz gümüşse sükût altın; bakmak kolay, dönmemek zordur.” İçeri süzülmüş. Dağın içi sanki gök kubbenin altı gibi: duvarlar ışıl ışıl, damarlardan suyun nabzı atıyor. Bir mağara gölü var; ortasında el kadar bir pınar gözü, göz kırpar gibi parlıyor. Keloğlan söğüt dalını suya değdirmiş; su, dalı görünce şırıltıya şakırtı katmış. Bakır tasla pınardan su almış. Suyun içinden bir ses konuşmuş: “İlk yudumun mükâfatı sana; ikinci yudumun hakkı anana; geri kalan köyüne.”

Keloğlan önce suyu dudağına değdirir değdirmez yüreğine ferahlık yayılmış. İkinci yudumu tasın içine döküp saklamış; anasına götürecekmiş. Sonra tası doldurmuş doldurmuş, pınarın boynuna sarılırcasına eğilmiş: “Köyümün çocukları gülsün, çeşmelerimiz konuşsun.”

Tam dışarı çıkarken dağın içi gümlemiş, ardında tatlı bir çağlama başlamış. “Sakın dönüp bakma,” demiş içindeki ses. “Dönersen su susar.”
Keloğlan, “Azimle sıçan duvarı deler,” diye mırıldanıp adımlarını hızlandırmış. O sıra bir inleme duymuş: “Ey oğul, tasın delindi, suyun boşa akıyor!” Keloğlan’ın eli tasına gitmiş, ama dervişin bıraktığı suskun taş cebinden ‘tık’ diye ses vermiş sanki: “Dil susar, akıl hatırlar.” Keloğlan geriye bakmamış. Birkaç adım sonra bu kez anasının sesi gelmiş gibi olmuş: “Oğlum, buradayım!” Gözleri dolmuş ama yine de bakmamış. Bastıkça bastıkça ayaklarının altı ışımış, kapı önüne varmış.

Dışarı çıktığında güneş tepelere yeni oturuyormuş. Ardını dönmediği için su susmamış; aksine arkasında gökkuşağı gibi şırıl şırıl bir ses akıyormuş. Sır Dağı’nın yamaçlarından ince gümüş bir şelale sızmış, yeni bir dere doğmuş. Keloğlan tasını sıkıca tutup köyünün yolunu tutmuş. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş; bu kez ardına bakmadan, gönlüne bakarak yürümüş.

Köyün girişinde çocuklar oynaşırken tozlu yolu görünmüş. Köylüler “Su geliyor!” diye sevinçle bağırmış. Keloğlan önce anasının avuçlarına iki yudum su dökmüş. Ana oğul sarılmış. Sonra tası köyün eski çeşmesine boşaltmış. O an taşın içinden bir kuş gibi şakıma yükselmiş; çeşme gürül gürül akmaya başlamış. Bahçeler suya kavuşmuş, yüzler gülmüş.

Köyün beyi hediyesini vermek için Keloğlan’ı konağa çağırmış: “Dile benden ne dilersen.”
Keloğlan kaşınmış, başını okşamış: “Beyim,” demiş, “benden hediyeyi esirgeme, ama hediyem mal mülk olmasın. Şu derenin üstüne köprü yapılsın; şu çeşmenin yanına da herkesin su alacağı gölgelik.”
Bey şaşırmış kalmış. “Sen niçin kendine istemezsin?”
Keloğlan gülmüş: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Su da böyledir; paylaşıldıkça bereketlenir.”

Aradan günler geçmiş. Keloğlan’ın getirdiği su, yalnız köyün toprağını değil, gönüllerin kuraklığını da sulamış. Kanyonda rastladığı yaşlı yolcu bir gün köye uğramış. Meğer o yaşlı yolcu, ak sakallı dervişin ta kendisiymiş. Köy meydanında durmuş, Keloğlan’ın omzuna dokunmuş: “Üç kilidi açtın: Paylaştın, bilmeceyi bildin, ardına bakmadın. Şimdi dördüncüsünü de öğren: Nimetin şükrü, nimeti dağıtmaktır.”

Hasılı kelam; o günden sonra köyde kimsenin testisi boş kalmamış. Bey sözünde durmuş, köprüler yapılmış, gölgelikler kurulmuş. Keloğlan mı? O, yine anasının dizinin dibinde, yine şakacı, yine akıllı. Çeşmenin başında türkü çağırırken köylüler şöyle dermiş: “Suyu getirenin saçı olmasa da aklı var; aklı olanın yolu da var, pınarı da.”

Ve masal burada bitti; su gibi aziz, türkü gibi hafif; gönlüne sağlık, diline bereket.

Yazar Hakkında

Y

Yazar

Yazar | Masalcım - 04.09.2025